Sırpların Bosna-Hersek'te gerçekleştirdikleri katliam 1992 yılı boyunca bütün İslâm dünyasında gündemin birinci konusu idi. Doğu blokunda ortaya çıkan bağımsızlık hareketlerinin etkisiyle altı cumhuriyetle iki özerk bölgeden meydana gelen Yugoslavya federasyonunun dağılması üzerine sözkonusu altı cumhuriyetten biri durumundaki Bosna-Hersek'te de 1 Mart 1992 tarihinde halkın bağımsızlığı isteyip istemediğinin ortaya çıkarılması amacıyla bir referandum gerçekleştirildi. Bu referanduma katılanların % 99.43'ü bağımsızlığa "evet" oyu verdi. Bosna-Hersek yönetiminin de bu sonuca dayana- rak bağımsızlık kararı alması üzerine bu cumhuriyetteki Sırp milislerin lideri Radovan Karaciç "bağımsızlığı kabul etmeyeceğiz. Eğer Bosna bağımsız olursa, Müslüman, Sırp ve Hırvatların çatışmasından kaçamayız. Umarım bu bir uyarı olur. Aksi takdirde, Kuzey İrlanda, Bosna-Hersek'in yanında bir tatil merkezi gibi kalır" diye açıklama yaptı. Bunun yanısıra Radovan Karaciç'e bağlı Sırp milisler de, bağımsızlık kararı alan cumhurbaşkanı Aliya İzzet Begoviç'in liderliğindeki Bosna-Hersek yönetimini zor durumda bırakmak amacıyla yollara barikatlar kurmaya, yer yer Müslüman yerleşim merkezlerine saldırılar düzenlemeye ve hayatı zorlaştırmayı amaçlayan eylemler düzenlemeye başladılar. Zaman içerisinde Sırbıstan Cumhuriyeti'nden gelen milisler ve federal ordunun da destek sağlaması ile Müslümanlara yönelik saldırılar şiddetlendi. Artık Sırp saldırıları kademe kademe bir katliama dönüşüyordu.
Sırpların saldırılarının şiddetlenmesi üzerine 19 Mart 1992 tarihinde Bosna-Hersek başbakan yardımcısı Muhammed Cengiç, Türkiye'ye gelerek yardım istedi. Ancak Türkiye, uluslararası platformdaki bazı girişimlerin dışında Bosna-Hersek'e fiili herhangibir yardımda bulunmadı. Türkiye'nin yardımda bulunmaması Sırp milislere daha da cesaret kazandırdı. Çünkü Sırplar, Bosna-Hersek Müslümanlarına destek sağlayabilecek tek ülke olarak Türkiye'yi görüyorlardı.
Sırplarla Müslümanlar arasında Mart ayının sonuna doğru gerçekleştirilen ateşkes bir hafta sonra Sırplar tarafından bozuldu ve Bosna-Hersek' in bağımsızlığına karşı çıktığından dolayı Sırp milislere destek veren Yugoslav Federal Ordusu Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'ya girerek havaalanını işgal etti. Sırp işgallerinin başlaması ile birlikte Bosna-Hersek Müslümanları da can endişesi ile vatanlarını terketmeye başladılar. Toplu göç hareketi ilk olarak, Sırpların, halkının % 70'i Müslüman olan Zvornik şehrini işgal etmeleriyle başladı. 13 Nisan 1992 tarihinde de 140 bin Müslüman evini yurdunu bırakarak Bosna-Hersek dışına göçetti.
Sırp milisler işgal ettikleri yerlerde esir ettikleri Müslümanlara çok kötü muamele ediyor, pek çoklarını da insafsızca öldürüyorlardı. Üstelik bu katliamları gerçekleştirirken yaşlı, genç, çocuk, kadın ayrımı yapmıyorlardı. Mesela 15 Nisan 1992 tarihinde Biyelyina şehrine girdiklerinde bin Müslümanı çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapmadan öldürmüşlerdi. Sırpların bu uygulamaları Müslümanların göç hareketine daha da hız kazandırdı. Çünkü henüz toprakları işgal edilmemiş olan Müslümanlar da gelecekleri açısından endişeye kapılıyor ve Sırpların kendi topraklarına da girerek işgal etmiş oldukları bölgelerde ele geçirdikleri Müslümanlara yaptıklarının aynısını kendilerine de yapabileceklerini düşünüyorlardı.
Bosna-Hersek Müslümanlarını en çok sıkıntıya sokan durum da, Avrupa'nın üçüncü büyük ordusu durumundaki Yugoslavya Federal Ordusu'nun Sırp çetnikleri (milisleri) ile birlikte hareket etmesi, onlara her bakımdan destek vermesiydi. Buna karşılık Müslümanların arkalarında herhangibir askeri destek olmadığı gibi Sırp saldırganlar karşısında direnen Müslümanlar silah yönünden çok geri durumdaydılar. Ayrıca Sırp milislerin birçoğu daha önce Hırvatistan ve Slovenya'da bir savaş tecrübesi kazanmışlardı. Müslüman mücahitler ise bu tecrübeyi Sırp milisler karşısında verecekleri silahlı mücadele ile kazanacaklardı. Bunun yanısıra Bosna-Hersek Müslümanlarının dış dünyadan önemli bir destek görememeleri, daha önce Sırplara karşı Slovenlere ve Hırvatlara doğrudan destek veren ABD'nin ve Avrupa ülkelerinin Sırpların Bosna-Hersek'te gerçekleştirdikleri katliamları bazı ufak tefek kınamalarla geçiştirmeleri ve gelişmelere genellikle seyirci kalmaları Müslümanların daha da zor durumda kalmalarına sebep oluyordu. Hatta bunun da ötesinde ABD ve Avrupa ülkeleri Müslümanların Sırp saldırıları karşısında direnişe geçmelerini hoş karşılamadıklarını ifade etmekten kaçınmıyorlardı. Mesela ABD Dışişleri bakanlığı sözcüsü Margaret Tutwiller Müslümanların direnişe geçmeleri üzerine yaptığı açıklamasında Hırvat milislerin ardından Müslüman milislerin çarpışmaya girdiklerine işaret ettikten sonra "Mevcut durum içerisinde hiç kimse masum değildir" ifadesini kullandı.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı Sırp milisler çok geçmeden Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'da kontrolü ele geçirdiler. Bunun yanısıra Bosna-Hersek'in önemli merkezlerini işgal etmeyi de başardılar. Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem yukarıda belirttiğimiz üzere bir katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı. Özellikle camileri ve İslâmi izler taşıyan muhtelif tarihi eserleri yıkmaya özen gösteriyorlardı.
Sırp saldırılarının iyice şiddetlenmesi üzerine meseleye görüşmeler yoluyla çözüm bulunması için arayışlara girildi. Bu amaçla 28 Nisan 1992 tarihinde Portekiz'in başkenti Lizbon'da, Avrupa Topluluğu'nun Yugoslavya özel temsilcisi Jose Gutelheior'un başkanlığında bazı görüşmeler başlatıldı. Bu görüşmelere başlangıçta katılmayan Bosna-Hersek cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç daha sonra katılmaya karar verdi. Ancak bu görüşmelerde çözüm konusunda herhangibir ilerleme sağlanamadı. Üstelik Yugoslav Federal Ordu birlikleri Bosna-Hersek cumhurbaşkanı İzzetbegoviç'i Lizbon'dan ülkesine döndüğü sırada rehin alarak 24 saat rehin tuttular.
Federal ordu birlikleri zaman zaman Saraybosna'nın bazı bölgelerini top ve füze ateşine tutuyorlardı. Hatta federal orduya bağlı uçakların Saraybosna'ya yakın tepelerden Dervanta'ya kimyasal veya biyolojik silah attıkları bildirildi. Bunun yanısıra Sırpların Saraybosna'da öldürdükleri Müslümanların cesetlerini toplu mezarlara gömdükleri veya dere kenarlarına attıkları tesbit edildi.
Sırp saldırılarının şiddetlenmesi üzerine Birleşmiş Milletler'in müdahalede bulunması için çağrıda bulunuldu. Bosna-Hersek dışişleri bakanı, Birleşmiş Milletler'in Körfez savaşında olduğu gibi Bosna-Hersek'te de bir askeri operasyon gerçekleştirmesini istedi. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sadece, Yugoslavya federal ordusuna Bosna-Hersek topraklarından çekilmesi için çağrıda bulunmakla yetinerek doğrudan müdahalede bulunmak için durumun müsait olmadığını ileri sürdü. Bu arada Avrupa Topluluğu Yugoslavya özel temsilcisi Lord Carington da yaptığı açıklamasında, çatışmaların devam etmesi halinde yapılacak bir şeyin olmadığını ileri sürdü. Gerek Birleşmiş Milletler'in ve gerekse Avrupa Topluluğu'nun Bosna-Hersek' te gerçekleştirilen katliam karşısında bu derece pasif kalmaları Sırplara daha da cesaret kazandırıyordu.
11 Mayıs 1992 tarihinde İslâm Konferansı Örgütü tarafından yayınlanan bir bildiride bütün İslâm ülkelerinin Bosna-Hersek'e yardımda bulunması istendi. İslâm Konferansı Örgütü, Birleşmiş Milletler teşkilatını da Bosna-Hersek'teki katliamı durdurmak için müdahalede bulunmaya çağırdı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yapılan çağrılar üzerine 31 Mayıs 1992 tarihinde toplanarak Sırbistan ile Karadağ'ın oluşturduğu yeni Yugoslavya Federasyonu'na bazı yaptırımlar uygulanmasını kararlaştırdı. 757 sayılı bu BM Güvenlik Konseyi kararında yeni Yugoslavya Federasyonu'ndan Bosna-Hersek'in içişlerine karışmaması ve bütün milis güçlerini bu cumhuriyetten çekmesi istendi. Daha sonra 1 Haziran 1992 tarihinde yine BM'nin girişimiyle bir ateşkes sağlandı. Ancak Sırplar bu ateşkesi hemen bir gün sonra bozarak yeniden başkent Saraybosna'yı top ateşine tutmaya başladılar. BM Güvenlik Konseyi'nin 757 sayılı kararı da askeri bir baskı ile desteklenmediğinden ve yaptırımlar da ciddi bir şekilde uygulanmadığından Sırplar üzerinde caydırıcı bir etki yapmamıştı. Aliya İzzetbegoviç'in Bosna-Hersek' deki çarpışmaların durdurulması için BM tarafından askeri birlikler gönderilmesi talebi, BM genel sekreteri Butros Gali tarafından "böyle bir şeyin çok riskli olacağı" iddiası ile reddedildi. ABD başkanı George Bush da, Sırbistan ve Karadağ'a karşı uygulanan yaptırımların etkisini göstereceğini ileri sürerek bu ülkelere askeri müdahalede bulunmanın gereksiz olacağını ileri sürdü. BM bazı incelemelerde bulunmaları üzere gönderdiği barış gücü temsilcilerini de 17 Mayıs 1992 tarihinde geri çekti. Daha sonra BM tarafından gönderilecek yardımların belli yerlere ulaştırılmasının sağlanması amacıyla bazı barış gücü birlikleri gönderildi. İngiltere de aynı gün yaptığı açıklamasında Bosna-Hersek'e çekiç güç gönderilmesine kesinlikle karşı olduğunu bildirdi. Öte yandan NATO, 4 Haziran tarihinde yaptığı açıklamada, yeni Yugoslavya Federasyonu'na BM tarafından uygulanan yaptırımlara destek sağlanması amacıyla askeri müdahalede bulunulmasına karşı olduğunu bildirdi.
Avrupa ülkelerinin, ABD'nin ve BM, NATO, AT gibi uluslararası teşkilatların olaylara doğrudan müdahalede bulunmaktan kaçınmalarından cesaret alan ve dolayısıyla BM'nin girişimleri ile gerçekleştirilen ateşkes anlaşmalarını da bir gün sonra hemen bozan Sırp milisleri saldırı çemberlerini gittikçe genişlettiler.
8 Temmuz 1992 tarihinde yeni Yugoslavya Federasyonu'nun Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) üyeliğinin askıya alınması kararlaştırıldı.
10 Temmuz'da AGİK 4. İzleme Konferansı'nın bitiminde yayınlanan bir deklarasyonda Bosna-Hersek'teki olaylardan Belgrad yönetiminin sorumlu olduğu bildirildi. Aynı paralelde NATO tarafından da yeni Yugoslavya'ya uygulanan yaptırımları denetlemek amacıyla Adriyatik denizine bir deniz gücü yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu deniz gücü 16 Temmuz tarihinde göreve başladı. Aynı günlerde yeni Yugoslavya'nın yeni başbakanı Milan Paniç İspanya'da yayınlanan El Mundo gazetesine verdiği demeçte ABD başkanı George Bush ile dışişleri bakanı James Baker'in ülkesine müdahale edilmeyeceği yolunda kendisine söz verdiklerini bildirdi.
17 Temmuz tarihinde yine AT temsilcisi Jose Gutelheior'un başkanlığında Londra'da yürütülen barış görüşmeleri sonucu taraflar arasında 18 Temmuz'dan itibaren yürürlüğe girecek 14 günlük bir ateşkes anlaşması imzalandı. Ancak Sırplar bu ateşkes anlaşmasını da iki gün sonra ihlal ederek yeniden saldırıları başlattılar.
BM Güvenlik Konseyi'nin yaptırım kararları da Sırpları çok fazla etkilemediği halde Müslümanları bazı yönlerden olumsuz olarak etkiledi. Çünkü BM barış gücü kuvvetleri bu karar gereğince Müslümanların dışardan silah almalarını engellediler. Mesela Müslüman Boşnaklara silah temin etmek için Saraybosna'ya giden bir İran uçağı, BM barış gücü birlikleri tarafından yükünü boşaltmadan dönmeye zorlandı. BM güçleri Müslüman boşnakların başka yollardan silah temin etmelerini de büyük ölçüde engellemeye çalıştılar. Öte yandan Sırplar Yugoslavya federal ordusunun mirasına konduklarından önemli bir silah stoğuna sahip oldukları gibi bazı ülkelerden gizli yollarla silah da temin edebiliyorlardı. Öte yandan Bosna - Hersek yetkilileri Adriyatik Denizi'ne yerleştirilen NATO deniz birliklerinin de yeni Yugoslavya'ya uygulanan yaptırımların delinmesini önleyemediklerini bildirdiler.
Sırplar, işgal ettikleri Bosna-Hersek toprakları üzerinde "Bosna Sırp Cumhuriyeti" adıyla yeni bir cumhuriyet ilan ederek devlet başkanlığına da Sırp milislerin lideri Radovan Karaciç'i getirdiler.
26 Ağustos 1992 tarihinde Londra'da "Uluslararası Yugoslavya Konferansı" adıyla bir konferans başlatıldı. Ancak bu konferansta katliamı gerçekleştiren Sırpları dize getirmeyi amaçlayan ciddi bir karar alınmazken, konferans sonunda yayınlanan bildiride tarafların müzakereler yoluyla yapılacak sınır değişikliğine hazır olmaları istenerek Bosna-Hersek'in savaş öncesi sınırlarının değişebileceği ima edildi. Bu ifade, Sırpların Bosna-Hersek topraklarını bölme planlarının Avrupa ülkeleri tarafından kabul gördüğü anlamını taşıyordu. Bosna-Hersek devlet başkanı yardımcısı Stepan Kljejic de Londra konferansı ile ilgili açıklamasında bu konferansın tam bir felaket olduğunu dile getirdi.